Yediğimiz besinlerin sindirimi sonucu oluşan ve kana geçen şekerin kandan hücre içine giremeyip sürekli olarak kanda kalması sonucu kanda şeker miktarının yükselmesiyle kendini gösteren ve ömür boyu süren bir hastalıktır.
Yiyeceklerde bulunan karbonhidratlar (çoklu şekerler) sindirim kanalında parçalandıktan sonra glikoz (basit şeker) olarak kana geçer. Vücudumuzda PANKREAS adı verilen, midenin arka tarafında yer alan bir organ vardır. Bu organ, İNSÜLİN denilen bir hormon salgılar. Normalde insülin kana geçen bu şekerle birleşerek şekerin hücre içine girmesini, dolayısıyla yakıt olarak kullanılmasını sağlar. İnsülin hücre girişlerini anahtar gibi açar, şekerin hücre içine girmesini sağlar.
Biz şekeri ya şekerli yiyeceklerden ya da ekmek, patates, makarna, pirinç gibi şeker (karbonhidrat ) içeren besinlerden alırız.
Ayrıca şeker karaciğer denilen organımız tarafından da üretilir.
Şeker içeren gıdalar ağızdan alındıktan sonra kandaki şeker miktarı yükselir. Buna cevap olarak pankreastan insülin salgılanır. İnsülin kana geçen bu şekerle birleşerek şekerin hücre içine girmesini, dolayısıyla yakıt olarak kullanılmasını sağlar.
İnsülin denilen hormon pankreas denilen organımızdaki bozukluk sonucu üretilemez veya üretilir ama etki etmek üzere pankreasın dışına yeterli miktarda çıkamaz ya da vücut hücreleri pankreasın dışına çıkan insülini tanıyamadığı için insüline yeterince cevap veremez, ona direnç gösterir ve üretilen insülin görevini tam yapamaz. Sonuç olarak da insülin şekeri hücre içine sokamaz.
Özetlersek; şekerin bağlanıp taşınacağı madde ya yoktur ya da kullanımında bozukluk vardır. Bu nedenle de şeker kendini taşıyacak bir madde bulamadığı için kandan hücrelere geçemez.
Biz şekeri ya şekerli yiyeceklerden ya da ekmek, patates, makarna, pirinç gibi şeker (karbonhidrat ) içeren besinlerden alırız. Ayrıca şeker karaciğer denilen organımız tarafından da üretilir.
Şeker içeren gıdalar ağızdan alındıktan sonra kandaki şeker miktarı yükselir. Buna cevap olarak pankreastan insülin salgılanır. İnsülin kana geçen bu şekerle birleşerek şekerin hücre içine girmesini, dolayısıyla yakıt olarak kullanılmasını sağlar.
nsülin denilen hormon pankreas denilen organımızdaki bozukluk sonucu üretilemez veya üretilir ama etki etmek üzere pankreasın dışına yeterli miktarda çıkamaz ya da vücut hücreleri pankreasın dışına çıkan insülini tanıyamadığı için insüline yeterince cevap veremez, ona direnç gösterir ve üretilen insülin görevini tam yapamaz. Sonuç olarak da insülin şekeri hücre içine sokamaz.
Özetlersek; şekerin bağlanıp taşınacağı madde ya yoktur ya da kullanımında bozukluk vardır. Bu nedenle de şeker kendini taşıyacak bir madde bulamadığı için kandan hücrelere geçemez.
Arabaların çalışması için enerjiye ihtiyaç vardır. Bu enerji benzinden sağlanır. Vücudumuzun çalışması, yani günlük aktivitesini (yürümek, koşmak, oturmak v.s. ) yapabilmesi için de enerjiye ihtiyaç vardır. Vücudumuz bu enerjiyi şekerden sağlar. Şekerin enerji verebilmesi için hücre içine girmesi lazımdır.
Diyabetli bireylerde insülinin yetersiz veya eksik olmasından dolayı glikoz (şeker) hücre içine giremez. Yani şeker hastalarının hücrelerinde şeker enerjiye dönüştürülemez.
Bunun sonucunda hücrelerin ihtiyacı olan enerji karşılanamaz. Hücreler enerji olmadığı için çalışamazlar. Yani şeker hastalarının günlük aktivitesini (yürümek, koşmak, oturmak v.s. ) yapabilmesi zorlaşır. Bunun sonucunda da yorgunluk, halsizlik olur.
Ayrıca glikoz denilen şeker hücre içine giremediği için de kanda birikmeye başlar ve kan şekeri aşırı miktarda yükselir. Bunun sonucunda da biriken şekerin atılabilmesi için idrar yapma ihtiyacı artar.
Çok fazla miktarda idrar yapınca vücudun su ihtiyacı artar. Ağızda kuruma hissi olur. Kişiler çok fazla miktarda su içerler.
Hücrelerin kendi ihtiyaçları için gerekli olan şekeri alamamaları nedeni ile kaslarda yorgunluk, zayıflık ortaya çıkar. Hücreler gereken enerjiyi bu kez başka yerden bulmaya çalışırlar. Vücudumuzdaki yağları yakmaya başlarlar. Bu yıkım sonucu idrarda keton çıkmaya başlar. Kişi kilo kaybeder.
Diyabet her yaş grubunda görülebilir.
Başlıca 3 çeşit diyabet vardır.
Bunlar:
- Tip1 Diyabet
- Tip2 Diyabet
- Gestasyonel diyabet dediğimiz gebelikte görülen diyabettir.
Genellikle genç yaşlarda görülen, pankreasta insülin salgılayan hücrelerin harabiyeti sonucu mutlak insülin eksikliği ile ortaya çıkan diyabettir ve ömür boyu sürer.
Başlangıç ani ve şiddetli olabilir.
Tip 1 diyabetin otoimmün nedenli olduğu düşünülmektedir. Yani vücudumuzun bağışıklık sistemininden kaynaklanmaktadır. Vücudumuzun mikroplarla çarpışan sistemi mikroplara saldırdığı gibi pankreasımıza saldırır ve insülin yapan hücreleri tamamen yok eder. Bu saldırının nedeni kesin olarak bilinmemektedir.
Tip1 diyabetli olan hastaların pankreasları insülin üretmediğinden, tedavi şekli ömür boyu insülin kullanımıdır (İnsülin iğnesi yapılmasıdır).
Tip2 diyabet, diyabetin sık görülen türüdür.
Genellikle ileri yaşlarda görülen diyabet tipidir. Pankreastan insülin salgılanmaktadır. Ancak salgılanan insülin miktarı ya vücudun normal fonksiyonlarını yerine getirmek için gerekenden azdır ya da insülin çeşitli nedenlerden dolayı gereken etkiyi gösterememektedir. Kas ve doku hücreleri insüline dirençli hale gelmektedir. Hücreler insüline dirençli hale geldiklerinde, insülini, şekere kapılarını açan anahtar olarak kabul etmemektedirler.
Esas olarak genetik temellidir. (Bir kişide tip 2 diyabetin ortaya çıkmasında ailesel yatkınlığın rol oynadığı düşünülmektedir.)
Ağızdan ilaç alımı veya bazı vakalarda insülin iğnesi yapılmasıdır.
Diyabetin tedavisinin ilk basamağı
UYGUN ZAMANDA VE UYGUN MİKTARDA BESLENMEDİR.
Diyabetin tedavisinin ikinci basamağı ise, uygun zamanda ve uygun dozda ilaçların ağızdan alınımı ve/veya insülin kullanımıdır.
- Aşırı susama ve çok su içme
- Çok idrar yapma
- Ağızda kuruluk
- Halsizlik
- Kilo kaybı
Genç yaş grubundaki diyabetli bireyler komada gelebilirler. Erişkin yaş grubundaki diyabetli bireylerde belirtiler çok açık olmayabilir. Cinsel fonksion bozukluğu ile kliniğe başvuran kişiler çoğunluktadır.
Ayaklarda his kaybı ya da karıncalanma da kliniğe ilk başvuru sebepleri arasındadır.
Sağlığımızla ilgili herhangi ciddi bir durum, bizde psikolojik tepkiler oluşmasına neden olabilir.
Bu tepkiler tamamen doğal ve sağlıklıdır. Bu durum, özellikle kişinin bir uyum sağlama sürecine gereksinim duyduğu uzun süreli veya ömür boyu sürecek hastalıklarda ortaya çıkar. Hastalığın ve tedavisinin yarattığı gerginlik, kişinin uyum kapasitesini tüketerek, psikolojik tepkiler ortaya çıkmasına neden olabilir. Ancak şunu da belirtelim ki, bu tepkileri herkes yaşamak zorunda olmadığı gibi bunların şekli veya şiddeti de kişiden kişiye değişebilir.
Yaşam boyu süren bir hastalık olan diyabet tanısı konduktan sonra, yaşam tarzınızda zaman zaman sizi oldukça zorlayacak değişiklikler yapmak zorunda kalırsınız. Bu değişiklikler sadece sizin değil, aynı zamanda ailenizin de yaşamını etkileyen bir boyutta olabilir.
Diyabet tanısı alan bir kişi olarak sizin ve ailenizin, uyum sürecinde yaşayabileceğiniz psikolojik tepkiler şöyle sıralanabilir:
İNKAR
Diyabet tanısı almadığınızı ya da bu hastalığın bir süre sonra geçeceğini düşünebilirsiniz. İlaçlarınızı almayı ya da kan şekeri düzeyinizi ölçmeyi ihmal edebilir, sağlıksız yiyeceklere yönelebilirsiniz. Aile üyeleri de mümkün olduğunca diyabet hastalığı hakkında hiç bir şey düşünmemeye çalışabilir.
ÖFKE
“Neden ben?” şeklinde düşünüp ailenize ya da arkadaşlarınıza karşı öfke duyabilirsiniz. Özellikle çocuk ve ergen hastaların aileleri kendilerine, eşlerine ya da doktorlara karşı kızgınlık hissedebilirler. Aslında kızgınlık duyulan, diyabetin kendisidir.
DEPRESYON
Kendinizi üzgün, yorgun ya da ümitsiz hisedebilir, diyabetin hayatınızı mahvettiğini düşünebilirsiniz. Aynı zamanda, aile üyeleri de depresyon yaşayabilirler. Sık sık ağlayarak, diyabetle ilgili en olumsuz olasılıklara yoğunlaşabilirler.
KORKU VE KAYGI
Diyabetiniz ve yaşamınızdaki diğer şeyler hakkında endişe duyabilirsiniz. Tip 1 diyabet tanısı almışsanız, insülin iğnelerinden ürkebilirsiniz. Hipoglisemik reaksiyonlar (kan şekerinin ani düşmesi) sizi korkutabilir. Yaşam boyu sizinle beraber olacak bir hastalığa sahip olma düşüncesi sizde panik duygusu yaratabilir. Ayrıca aileniz de tedavide yanlış ya da eksik birşey yapabilecekleri endişesini taşıyabilirler.
SUÇLULUK
Diyabetli olmanızın sizin hatanız olduğunu düşünebilirsiniz. Ailenin geri kalanının yaşamlarını kısıtladığınız ve bir şekilde yaşam tarzlarını değiştirmek zorunda bıraktığınız düşüncesiyle suçluluk hissedebilirsiniz. Çocuk ve ergen diyabetlilerin aileleri ise, hastalığı kendi hatalarıymış gibi hissedebilirler ya da daha erken fark etmedikleri için kendilerini suçlayabilirler.
Buraya kadar anlatılanlar, sizi korkutmasın. Hem diyabet tanısı alan kişi, hem de ailesi için kızgınlık, üzüntü, şaşkınlık ya da diğer duyguları hissetmek son derece doğal ve sağlıklıdır. Unutulmamalıdır ki, tüm bu duygusal karışıklık esnasında hem diyabetli bireye, hem de ailesine yardımcı olabilecek çeşitli stratejiler bulunmaktadır.
İNKAR İLE BAŞ ETME
Destekleyici aile üyeleri ve arkadaşlarınızla diyabet hakkında konuşun. Hastalık hakkında olabildiğince bilgi edinmenizin ve yakın çevreden bir diyabetik birey ile paylaşımlarda bulunmanızın da hastalığınızı kabul sürecinde size yararı olacaktır.
ÖFKEYİ YATIŞTIRMA
Fiziksel bir aktivite, duyguların yazıya dökülmesi, derin nefes alıp 10’a kadar sayma gibi gevşeme egzersizleri, öfkeyi yatıştırmak için kullanılabilecek yöntemlerden bazılarıdır.
DEPRESYON, KORKU VE KAYGI İLE BAŞ ETME
Duyguların bir aile üyesi ya da bir arkadaş ile paylaşılması, düşünce ve duyguların yazılması, yürüyüş ya da egzersiz yapılması, tüm ailenin birlikte yapabileceği bir aktivite planlanması, bir süreliğine de olsa diyabeti düşünmemenizi sağlayabilir.
SUÇLULUK DUYGUSUNDAN KURTULMAK
Neden bazı insanların diyabeti olduğunu kimse bilmemektedir. Hiç kimse diyabete neden olabilecek bir şey yapamaz. Diyabetin kendi yaptığınız bir hatanın sonucunda ortaya çıkmadığı konusunda rahat olun.
Diyabet tanısına verilen duygusal tepkilerle baş etmede öncelik, duyguların paylaşılmasıdır. Yukarıda anlatılan yöntemlere ve kendi çabalarınıza rağmen hala kendinizi sıkıntıda hissediyorsanız, hastalığa uyum süreci uzamışsa ya da duygularınızın şiddetinde zaman içerisinde bir azalma olmadıysa, hem sizin, hem de ailenizin profesyonel yardım almanızda fayda vardır. Doktorunuza bu sıkıntılarınızdan bahsederseniz, sizi uygun bir uzmana yönlendirecektir.
Buraya kadar ilk kez diyabet tanısı almış olan kişilerde hastalığa alışma sürecinde ortaya çıkabilecek psikolojik tepkilerden ve bu tepkilerle nasıl başa çıkabileceğimizden bahsettik.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, diyabet hayatınız boyunca sizinle birlikte olacak bir durumdur. Dolayısıyla, onunla ilk tanışmamızda verilen psikolojik tepkiler ortadan kalksa bile, zaman içerisinde diyabetin gerekliliklerini (düzenli olarak ilaç kullanmak ve yemek yemek zorunda olmanız, yiyeceklerinize dikkat etmeniz, insülin iğnesi kullanıyorsanız, zamanı geldiğinde her işi bırakıp ya da tatil günü bile erken kalkıp iğnenizi yapmanız gibi) yerine getirmekten dolayı bir bıkkınlık ortaya çıkabilir. Hastalıkla ilgili herhangi bir sorun moralinizi bozabilir. Ağızdan aldığınız ilacın yerine bundan böyle her gün insülin iğnesi kullanmanız gerektiğinin söylenmesi ya da diyabete bağlı başka bir rahatsızlığın (göz, böbrek veya kalp rahatsızlıkları gibi) ortaya çıkması, sizde çaresizlik, mutsuzluk, korku ya da hüzün gibi duygusal tepkiler oluşmasına neden olabilir. Ayrıca, zaman zaman kan şekerinizin ani düşmesi de sizde korku yaratabilir.
Diyabetik bireylerin bir çoğunun yaşadığı bir başka korku ise, kendilerine diğer insanlardan farklı davranılmasıdır. Bazılarınız diyabetiniz olduğunu açıkça söylerken, bazılarınız ise karşınızdakini iyi tanıyana dek gizlemeyi tercih edebilirsiniz. Bu da, doğal davranamadığınız ve bir şeyleri gizlemeye çalıştığınız için sizde sıkıntı yaratabilir.
Yukarıda bahsettiklerimiz, diyabetin getirdiği zorluklarla mücadele ederken karşınıza çıkabilecek ve pek çoğunuzun dönem dönem yaşadığı psikolojik sorunlardır. Aslında sağlıklı bir yaşam için her insanın sizin gibi düzenli ve sağlıklı yiyeceklerle beslenmesi, egzersiz yapması ve düzenli yaşaması önerilir. Diğer insanlardan çok farklı bir yaşam sürüyor gibi görünürken aslında siz sağlık için her insanın yapması gerekeni yapıyorsunuz. Dolayısıyla, yapmak zorunda olduklarınızı bir zorunlulukmuş gibi değil de, sağlıklı bir yaşam için yaptığınızı düşünürseniz kendinizi daha iyi hissedebilirsiniz.
Beslenme alışkanlıklarımı, yaşam şeklimi gözden geçirerek, uygun olmayan davranışlarımı değiştirerek diyabetle baş edebilirim.
Şeker hastalığını çok iyi öğrenerek, tedavi ve kontrolleri aksatmayarak, iğne veya ilaçlarımı düzenli kullanarak, sağlıklı beslenme tedavisine dikkat ederek şeker hastalığımı yönetilebilirim.
Davranışlarımı gözden geçirerek yaptığım hataları, eksikleri bulmak. Diyabetle beraber nasıl yaşanılacağına dair hedeflerimi belirlemek ve bu hedeflere uymak.
Aşağıdaki soruları kendi kendime sorarak hedeflerimi ortaya koymalıyım;
KISA VADEDEKİ HEDEFLERİM NEDİR?
Hangi besinleri ne zaman ve kadar yemem gerektiğini öğrenerek, öğrendiklerimi uygulayarak, yani bana verilen beslenme programına uyarak, ilaçlarımı/insülinimi zamanında kullanarak açlık kan şekeri ve tokluk kan şekeri düzeylerimi normal denilen değerler düzeyinde tutmak.
UZUN VADEDEKİ HEDEFLERİM NEDİR?
Diyabetimi iyi kontrol ederek diyabetin uzun vadede hayati organlarıma vereceği zararları önlemek. Kaliteli bir hayat sürmek.
- Terleme,
- Titreme,
- Çarpıntı hissi,
- Baş dönmesi,
- Dudaklarda uyuşma,
- Ellerde uyuşma,
- Baş ağrısı,
- Yorgunluk,
- Açlık hissi,
- Dikkat dağılması,
- Bulanık görme,
- Sinirlilik,
- Huzursuzluk,
- Yorgunluk,
- Ciltte soğukluk,
- Solukluk
- Gereğinden fazla insülin kullanılması,
- Oral antidiabetik dediğimiz ağızdan alınan diyabet ilaçlarının gereğinden fazla alınması,
- Verilen yemekten daha az yemek yenilmesi,
- Öğünlerin atlanması,
- Ara öğünlerin düzensiz ve yanlış zamanda yenilmesi veya hiç yenilmemesi,
- Her zamankinden fazla egzersiz yapılması,
- Sindirim güçlüğü, mide boşalmasının gecikmesi,
- Alkollü içki içilmesi.
- Kusma ve ishalle alınan besinlerin çıkartılması,
- Sayılan belirtilerin bir veya birkaçını hissettiğinizde mutlaka kan şekerinizi ölçün .
- Yanınızda her zaman 2-3 adet kesme şeker bulundurun ve hemen ağzınıza alın.
- Yemeğe veya ara öğününüze bir saatten az bir zaman varsa beklemeden ara öğününüzü veya yemeğinizi yiyin.
Sıklıkla Glukoz (şeker) içeren bir şeyler (2-3 adet kesme şeker) yedikten 10-15 dakika sonra kendimizi iyi hissederiz. Bununla birlikte tam iyileşme kan şekeri normale döndükten 1-2 saat sonra olur.
Beyin ve sinir hücrelerinin çalışabilmesi için tek enerji kaynağı şekerdir. Hipoglisemi durumunda beyin hücrelerinin içine şeker giremeyecek ve bu hücreler çalışamayacaktır.
Tip2 Diyabetliler kullanır.
Tip1 Diyabetlilerin mutlaka insülin enjeksiyonu yapmaları gereklidir.
Tip2 Diyabeti olanların da aşağıdaki bazı durumlarda insülin kullanmaları gerekebilir:
- Şeker yüksekliğinde, şeker komasında
- Cerrahi girişim yapılacaksa
- Diyabetli birey gebe kalmışsa veya gebelikte diyabet ortaya çıkmışsa,
- Komplikasyonlu (diyabet tarafından gözlerin, böbreklerin, sinir ve damar sisteminin tutulduğu) diyabetliler
- Pankreas ameliyatı geçirenler
- Ciddi enfeksiyonu (iltihabi durumu) olan diyabetli bireyler.
Tip 1 diyabetlilerin tamamında ve Tip 2 diyabetlilerin de bahsedilen kısmında insülin eksiğinin kapatılması amacı ile insüline ilaç olarak ihtiyaç vardır. Bu ilaç enjektör ya da insülin kalemi kullanılarak veya bir insülin pompası ile verilir.
İnsülin hap şeklinde mevcut değildir. Çünkü sindirim sırasında kimyasal yapısı bozulmakta olup kan dolaşımına geçtiğinde artık etkisi kalmamış olur. Pek çok farklı insülin tipi kullanılmakta olup bu tipler etkilerinin başlama süresi ve etkilerinin toplam süresi bakımından kısa, orta ve uzun etkili olmak üzere ayrılırlar.
Diyabetli birey mutlaka kendi kendine iğne yapmalıdır. (Çok özel durumlar dışında).